Dr.Erden Miray Yazgan Yalkın
-Akademisyen / Felsefi Danışman-
(Uygulamalı Felsefe / Halkla İlişkiler / Dış Politika ve Diplomasi)
Ve şöyle seslendi Doğa :
“Ey İnsan! … Sen, beni yönetemezsin!”
Geçmiş çağlardan günümüze, adalet, düzen, yasa, hak, özgürlük, irade temel kavramları gereği doğal gerekse sosyal varoluşunu bir bütünlük ve sürdürmek isteyen insan, parçası olduğu ve bu kavramları kendi doğalında kendisinde barındıran “doğa” ya karşı acınası tür üstün bir tavır takılmıştır ve takmaya devam etmektedir. İnsan, doğallığına dönüp ona uyum sağlamak yerine, uzaklaşıp, onu içeri uydurma çabası içerisine girmiş, onu sömürme yolunu seçmiştir.
Bugün insanlık, tam da Henry Kissinger’in “Yiyecek tedarikini kontrol eden kişi kontrol edebilir; enerjiyi kontrol eden tüm kıtaları kontrol edebilir; parayı kontrol eden dünyayı kontrol edebilir ” sözünü olumlarcasına, gerek ülkeler, gerekse kıtalar arası“ otorite ”içerisindeyken, ne yazık ki doğaya karşı açmış olduğu savaşı göz ardı etmekte; kendi çıkarları doğanın tahribatına ve bağlamda olası doğal felaketlere yönelik göz yumucu bir tavır sergilemektedir.Elbette bunun en temel sebeplerinden biri olarak, kendi icadı olan otorite kılıcını elinde olmayan insanlığın “duyarsız olarak nitelendirilebilecek” çoğunluğunun, Russel’ın belirttiği olarak, doğayı kendileri için bir hammadde, etkin yönetime katılmayan insan ırkının bir parçası olarak görmeleri gösterilebilir. Burada gözden kaçırılan husus, “doğa” nın bütünün kendisi, “insan” ın ise onun bir parçası olduğu gerçeğidir. Parça bütünü tümleyebilir, ancak bu tikel bir olan parçanın, tümel bir yapıya sahip olan bütünü yönetebileceğin gelmez. Daha açık ifade ile; parça bütünü yönetmeye muktedir değildir, yani kısaca doğa yönetilemezdir.
Duyarsız olarak nitelendirilebilecek insan çoğunluğunca sanılanın bilinen, kendi yasalarıyla bütünlüklü bir yapıya sahip olan, birde olarak insanlığın ellerine gelişi güzel harcanmak üzere teslim edilmemiştir. Bu şekilde sadece doğanın yararı amacını güderek, doğada daha önceden var olmayan bir şeyi ondan üretip tekrar ona katması mümkün olmadığına göre; insanın, kendi var oluşunu anlamlandırmaya çalışan bir akılda başkası, doğadan sadece ihtiyacı kadarını tüketmek ve bununla yetinmesini öğrenmek. İnsan her ne kadar sosyal bir harf olarak tanımlansa onun doğadan ayrı düşünülmesi söz konusu değildir. Doğa, insanın “insan” olarak var oluşunun en temel unsurudur. İnsan, söz konusu bu sosyal yapısı ve çerçevesinde var oluşunu,Doğa da gerçekleştirmektedir. Bu durumda insanlığın bugün doğa karşısındaki, hümanist bir bakış açısıyla “ortak” belki bilinirli bir “bilinçlilik” çerçevesinde ele alması asıl ödevidir. En temel ilkesi nedensellik olan doğa; insanlığa teslim değil, hâkim olan bir oluş sergiler. Öyle ki, çağlar boyunca insanlık, doğanın test cihazları yaşama koşullarını belirlemiştir. Bizi doğrudan “gelecek kuşaklar” olarak adlandırabileceğimiz bir problem taşıma işi, ekolojik bozulmalara engel olmak ve doğaya sahip çıkması adına toplumsal bilincin geliştirilmesinde eğitimin önemi ve rolünü gözler önüne serer. Yazımızın problematiği gereği mümkündür ki, dile getirmemiz mümkündür ki, günümüzde öncelikli amacı;dünya genelinde bütün toplumların, küresel iklim değişikliği ve doğal felaketler bağlamında sorulacak sorulan sorulacak, gerekli önlem planlarının düzenlenmesi ile uzun soluklu çözüm önerilerinin ortaya konulması bilinçli hale getirilmesi gerekir.
Aslına bakılacakursa, uzun bir bilim bilim insanı, bilimsel araştırma sonuçları elde edilecek, dünyanın geleceği ve insan varlığının ilerlemesi bakımından önem arz eden küresel iklim değişikliğine ve onun beraberinde getireceği olası ve olağan “Doğa Felaketleri” ne süt önemli uyarılarda bulunmaktadırlar. Esasen bu uyarılar, insanlık tarafından çoktan ekilmiş bir üreticilik dehası olan gazap tohumlarının bereketli birer ürün olarak filiz büyümesi düşündüğünüz bilgisidir. Ne var ki, ne Birleşmiş Milletler’in felaketleri sınırlamak için öngördüğü 12 yıllık süre, ne 2017 yılında yaklaşık 200 ülkenin katılımıyla Paris İklim Antlaşması’nda kararlar ve ne de Avrupa Birliği iklim değişikliği raporlamaları olarak serimlenebilecek teorik çalışmalar, “ne ekerse onu biçeceğini biliyorsun olması gereken ”İnsan ırkını, ne hikmetse, malum hasatı toplamaya hazırlıklı hale getirememiştir. Bu durum da, teori ve pratik arasındaki münasebetin ne kadar bütünlüklü bir yapıya sahip, biri olmadan diğerinin gerçek bağlamında söz konusu olamayacağını açık bir şekilde ortaya çıkıyor. İnsanlık büyüklüğü büyük utanç kaynağı olarak değerlendirilebilecek olan ve doğa ile insanı karşı uygulama konumlandıran bu problem alanı, hem kendi hem de gelecek kuşaklarınliği için haklarını savunmak adına doğanın sözcülüğünü üstlenen Genç Nesil tarafından büyük bir ciddiyetle dünya gündemine taşınmıştır.15 Mart 2019 tarihi ve olduğunda gayet bilinçli ve sese bir şekilde, bilinçli iklim değişikliği ve sonuçları, olacak doğal felaketler düzenlenmiş olan eylemler, protesto gösterilerinde kullanılan pankartlar, bir yandan insan kapısını çalan doğal felaketleri çok güzel özetleyip, dünyalerini takiben bütün insanlığın doğaya karşı Başarısızlığını bir tokat gibi yüze vururken, diğer yandan da temelde insanlık için bir varoluş olduğunun altını çizmektedir. Simdi görünen odur ki; kulağı çekilen duyarsızTek bir evvel yapılması gereken, zararın neresinden dönülürse kardır diyerek küresel olarak adlandırabileceğimiz düzeydeki bu problemle ilgili süt çözüm önerileri ve önlem planlarının, dünya dayanışma başkaları, mikro düzeydeki çaba ve iş birlikleri hayata geçirmesini sağlamaktır. Bu da dolayımlı bir şekilde bizi, şu an olduğumuz coğrafyaya getirir. Nitekim Kıbrıs Adası, coğrafi konum itibariyle, ekosistemdeki bozulmalar neticesinde bugün en fazla gören ülkeler nazarında dünya sıralamasında ilk sıralarda yer almaktadır. KKTC Meteoroloji’nin yapmış olduğu Şubat ayı bazındaki tespitler uzun yıllar (1981-2010) Şubat ayı normali 61.6 mm / m² olarak yönetim bu değer Şubat 2018 yılında 26.6 mm / m² olarak görülmüş buna karşılık karşılık talep 2019% 100’den fazla bir artış göstererek 130.8 mm / m²’ye ulaşmıştır. Bu doğrultuda alternatif iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleşen söz konusu ani ve düzensiz yağmur artışları, bilim insanlarının bugünkü tahminlerine göre, gelecekte kuraklık problemi ile karşı uyarlama ifade edilmekte olan Kıbrıs adası için genel bağlamda olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilir. Ne var ki, söz konusu artan yükselişe bağlı olarak ortaya çıkan makro ve mikro düzeydeki tahribatlar, ada genelinde maddi-manevi pek çok sıkıntıyı beraberinde getirmiştir. Bu maddi ve manevi zararlar da coğrafi Konum Kıbrıs Adası gibi olan bir taşınma evinde,
İnsanın şuursuzluğu ilk bakışta kimi akıllarda – bugünün en popülerlerinden biri olan “meraklı” kavram bağlamında evrensel boyutta farkındalığın arttırılması için ilk bakışta – buradaki temel sorunsalın “Doğanın / Yaşamın alınması düşünülmesi!” olduğu fikrini uyandırabilir. Ancak bu tamamen bir yanılgıdır. Zira, süreklilik doğaya içkin bir haldedir. Çevrilmiş de belirttiğimiz üzere, insan bir parçası olduğu doğa için, bugüne kadar henüz onun sahip olduğu bir şeyi yoktan var kılamadığı, aynı şekilde onun ilkelerine tabi olarak düşünmesi üzerine, doğanın kendisinin yapabileceğinden daha farklı yapamaz.Buz dağının altında, derinlere inildiğinde insanlığın karşı kaldığı asıl sorun “Bir var olan olarak insanın, var oluşunun / varlığının ortaya çıkması!” dir. Bu bağlamda doğanın sesine kulak kesilmek gerekir:
Ey İnsan! Beni yönetmek için çabalama boşuna. Sürekli olan Ben’im. Sürdürülebilir olan ise sen. Ey İnsan! Bana meydan okuma boşuna. Sen, beni yönetemezsin! “
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Kıbrıs Gazetesi
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!